BİR 21. YY. KOMEDYASI
Tarih tekerrürü sever.Tarihin işidir tekerrür etmek, bu denklemde insanın işi de yanılmak.Nisyandan gelir ya insan yine yanıldı ve tarih yine tekerrür etti. Fakat bu sefer savaşlar, barışlar, gizli ittifaklar, karanlık odaklar değildi tekrar eden. İnsanın kendisine yaptığını kimsenin kimsenin yapmamasıydı.
İnsanın kendisine yaptığını cümle alem birleşse yapamaz demiş atalarımız.Kendi ellerimizle kendimize, geleceğimize, dünyamıza ve ukbamıza neler ettiğimize bir bakalım.
Gündemi takip etmek için ara sıra açtığımız televizyonda bazen gıdalarla alakalı programlara takılıp kalıyoruz. Öyle programlar oluyor ki izlerken insan kendini tutamıyor, bir komedya bir 21 yy. komedyası bu. Bir check-up değil, bu bir stend-up. Bir check-up olsa diyeceğim ki hadi tazeleniyoruz, sorunlar nerede bulup çıkartıyoruz, üzülerek söylüyorum ki sahneleyeni belirsiz bir stend-up. İbişi belirsiz bir orta oyunu bu…
Geçenlerde kadın programlarının birinde üç dört konuk vardı. Hepsi de alanında neler yaptıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor; insanların artık beslenmek için bir diyetisyene, bir beslenme uzmanına, bir yaşam koçuna ihtiyaç duyduklarından dem vuruyorlardı. Matematik şimdi işimize yaramıştı: Kibrit kutusu kadar peynir, iki dilim ekmek, dörtte üç salata, bir porsiyon meyve; yenilebilir kivi ile ananası karıştırırsan şöyle olur, ton balığı yeşil salataya çok yakışır vs. vs. Bilindik sosyetik argümanlar. Ademoğlunun en basit güdülerinden biri olan yeme içme güdüsü beş bilinmeyenli denkleme dönüşmüş, bir kaos halini almıştı.Oysaki Müslüman ademin yeme içme kültüründe kulluk yapmak , sorumluluklarını yerine getirebilmek için acıkınca evde ne varsa (helal) makul oranda yenilir, komşusu açken paylaşılır, globalleşip küçük bir köy halini alan dünyada uzaktaki yetimler de unutulmaz onlara da bir lokma da olsa ekmek uzatılır ve gündelik işlere dönülürdü.
Yirmi dakikalık bir karın doyurma işinin nasıl bir sektör haline geldiğini ibretle izlemekteyiz.Programa dönecek olursak kadınlardan birisi işi o kadar abartmıştı ki işin içine doktor ekibiyle girdiğini anlatıyordu.Üç kadından ayrı bir de erkek bir doktor vardı: Bu beyefendi dayanamadı, altı üstü yirmi dakikalık bir yemek işini ne hale geldiğini hatırlatacak oldu, programa sonradan dahil olanlardan biri sizin mesleğiniz ne diye çıkıştı. Beyefendi yanılmıyorsam profesördü, hekimim diyemedi. ‘’Ben sıradan bir vatandaşım.’’ dedi, tepki olarak. Kadınlar göz ucuyla ‘’ hıııı ’’ diyerek ne kadar iyi bir yaşam koçu olduklarını kanıtlamaya devam ettiler.
Yaşam koçu… Takıldığım yer burasıydı.Bir 21. yy. argümanı. Çok sıcak gelmedi bu kelime, fazlaca maddiyat kokuyordu düşünce dünyamda. Bu kelimenin en fazla hak edeni; yemesi, içmesi, oturması kalkması en güzel örnek olan ‘’Allah’ın Rasulü’’ydü… Bir kaç sene evvel Muğla’ya Koreli bir doktor gelmişti muhtelif ağrılara bakıyor tıp litaratürüne göre manuel tedavi ( el ile tedavi ) ile şifa reçeteleri sunuyordu. Kadınlardan biri masaya uzanmış; malum, kadınların bir zamandan sonra kiloları ortak sorunları. Doktor kadının durumunu görünce yarım ağız bir Türkçe ile “Oyy oyy oyy, siz Müslümanlar peygamberi çok seviyoruz diyorsunuz ama onun söylediklerini yapmıyorsunuz. Az yiyin, az uyuyun , az konuşun diyor, çok yiyor, çok uyuyorsunuz.’’ demişti. Çok yiyor, çok uyuyorsunuz… İşte Tırmizi’den nakil bir hadis: ‘’ Ademoğlu karnından daha kötü bir kap doldurmamıştır. Oysaki ademoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir.Şayet mutlaka yemesi gerekiyorsa o zaman midesinin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini nefes için ayırsın.’’
Bazılarımız için sünnet-i resullullah yemeğe tuzla ve besmele ile başlamak, sağ elle yemek yemeden öte gitmiyor. Ne entersandır: Bir sevgi bu kadar çok dillendirilip bu kadar az gösterilsin.
Aslında bir çoğumuzun (ben de dahil) tıkandığı yer müsebbibinin ‘’ modernizm’’ olduğu yaşam tarzı. Elektiriğin icadıyla daha uzun akabinde erken yatılamayan geceler, buna bağlı olarak erken kalkılamayan sabahlar, üzerine doğdurulan güneşler peşi sıra bereketsiz zamanlar… Modern hayat dayatmasından bu yana (modern hayat öyle zengin işi olarak algılanmasın ) artık hepimiz onun bir parçasıyız ve bir tepe taklaklığın tam ortasındayız. Damarlarlarımıza zerk edilmeye çalışılan bu modern hayat aldatmacasına vücudumuz dirense de biz zorla onu içimize sokmaya onunla entegre olmaya doğrusu pek bi meraklıyız. İçi boş şeylerle doldurulan boş vakitler, iphone 3’ler, Müslüman’ın yaşam tarzına uymayan mimaride evler, tesettürden yoksun tesettür giyimler, tak tak topuklu ayakkabılar,ümmetten bîhaber Müslümanlar, son trend süslümanlar, feyste şehla bakışlı rötüşlü
fotoğraflı mümineler, lezzet peşinde koşan Müslüman erkekler, modern mabed bankalar, faiz yiyen hacılar, şüpheli gıdalardan habersiz hocalar, kırmızı kıpkırmızı başörtülü kuran kurs hocaları vs. vs. Eskiden yatsıyı kılıp yatarken, şimdi internetin televizyonun başında birlere ikilere kadar oturuyor, sabah da uykudan gözümüzü açamıyoruz. Sakata gelen sabah namazları, kaçırılan meletonin hormonları, bereketsiz zamanlar, kırk günlük sulu yolum tavuklar, hibrit tohumlar, genetiği değiştirilmiş meyve ve sebzeler; tabii ki üç beyaz: tuz, şeker, sisteinli (saç kılı) unlar, balkon göbekler hep bu tepetaklaklığın eseri.
Sünnet-i Rasullullahı hayatımızdan çıkardığımızdan beri bu tepetaklaklık en çok da mümin ve müminleri alaşağı etti ne yazık ki. Nasıl bir formül bulunur; çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler fıtrata; moderncilerin deyimiyle vücudun bioritmine nasıl döndürülür hiçbir fikrim yok… Bildiğim tek şey iki nimet vardır ki insanlar onda yanılmıştır:sıhhat ve boş vakit.
İşe mazeret üretmeden gerçekten sevmek, gerçekten dinlemek ve gerçekten uygulamakla başlamak gerekiyor galiba. Koreli doktora gelince tomarla para verip tedavi olanlar fiziki anlamda bir fayda görememişti.Fiziki anlamda faydalanılmasa da manevi anlamda fayda görülmüştü. Koreli doktor sorunlarımızın ilk kaynağına atıfta bulunmuştu. Sorunun başı yanlış ‘’yaşam koçu’’ seçmekti. Tıbbı nebevinin yazarı, insanların en şereflisi Hz. Muhammed Mustafa varken tomarla para verip başka yaşam koçu aramaya bilmem luzum var mıydı…
Gerçekten dinleyenlerden olma duasıyla, vesselam…
Bir yanıt yazın